Bağışlama sözleşmesi, bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşmedir[1].
Bağışlama, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermeyi üstlenmesi (taahhüt) ya da vermesi yoluyla bu iki kişi arasında yapılan sözleşmedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi bağışlama, hukukî işlemlerin bir çeşidi olan sözleşme mahiyetindedir. Bu sözleşmede, yalnızca bağışlayan bağışlanana belirli bir değeri verdiğinden ya da vermeyi üstlendiğinden ve bağışlanan karşılık bir değer vermeyi üstlenmediğinden, bu tek tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Tek tarafa borç yükleyen bu sözleşme, kendisine değer kazandıran kişiyi (bağışlananı) teberru yoluyla zenginleştirme amacını gütmektedir[2].
Düğün sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kendisine bağışlanmış sayılır ve onun kişisel malıdır[3].
Burada üzerinde durulması gereken husus, hukuken bağış niteliğinde olan düğünde takılan ziynet eşyalarının yasada belirtilen belirli nedenlerin oluşması durumunda bağıştan dönülmek suretiyle geri istenebileceğidir.
Bağışlananın, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesi, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranması veya yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemesi durumlarında bağışlayan, elden bağışlamayı veya yerine getirdiği bağışlama sözünü geri alabilir ve bağışlananın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteyebilir[4].
Bahsi geçen suç deyimini ceza hukukundaki anlamda düşünmemek gerekir. Suçtan dolayı bağışlananın hüküm giymiş olması da zorunlu değildir. Öyle ki, koğuşturulması şikâyete bağlı bir suçta, bağışlananın şikâyette bulunmaması, bağışlamadan dönme hakkının kullanılmasını engellemez. Ağır suçun bağışlamadan sonra işlenmesi yeterlidir[5].
Zina, terk, hayata kast, gasp, tehdit gibi davranışların Borçlar Kanunu’nda öngörülen koşulu gerçekleştirdiği kuşkusuzdur. Öte yandan, kanunda ifade edilen “kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranma” şartı her olayın kendi özellikleri dâhilinde hâkimce takdir edilecektir.
Bu itibarla kadının, kocaya veya kocanın aile efradından birine karşı yukarıda belirtilen kanuni düzenleme kapsamına giren bir fiilinin olması durumunda koca bağışlamadan dönerek bu anlamda kadının elinde ne kalmışsa geri isteyebilecektir. Ancak, kocanın birlikte kusuru, kadının yasaya göre yükümlü bulunduğu aile ödevlerine önemli olarak aykırı davranmasına sebebiyet verirse, böyle bir durumda koca artık bağışlamadan geri dönme hakkını kullanamaz[6].
Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir. Bağışlayan bir yıllık süre dolmadan ölürse, geri alma hakkı mirasçılarına geçer ve mirasçıları bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler. Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğrenememişse, mirasçıları, ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler. Bağışlanan, bağışlayanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürür veya onun geri alma hakkını kullanmasını engellerse, mirasçıları bağışlamayı geri alabilirler[7].
Bağıştan rücu sebebini oluşturan davranışın yargılamaya matuf olması durumunda, buna ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre işlemeye başlayacaktır[8] [9].
Düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin isteğin Borçlar Kanunu madde 295 uyarınca bağışlamanın geri alınması hukuki sebebine dayanması halinde görevli mahkeme aile mahkemesi değil fakat genel hükümlere göre asliye hukuk mahkemesi olacaktır[10], [11].
Evlilik aldatma sebebiyle değil şiddetli geçimsizlik sebebiyle sora erdiğinden bağışlamadan rücu koşulları da somut olayda gerçekleşmemiştir.
Dava: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: Davacı, davalının eski gelini olduğunu, dava dışı oğluyla 2009 yılında boşandıklarını, boşanmadan evvel 2005 yılında davalının oğluna baskı yaparak ev aldırdığını, oğlunun maddi durumu olmadığı için ve oğlunun boşanmaması için kendisinin 30.000 TL para yardımında bulunduğunu, o anda yazılı bir belge almadığını, daha sonra davalının oğlunu aldattığı için boşandığını belirterek 30.000 TL nin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, Davanın kısmen kabulüne, 24.300 TL'nin davalıdan tahsiline, Fazlaya dair talebin reddine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı eldeki davada; Eski gelini olan davalının oğluyla evli iken ev aldığını, bu evin alımında 30.000 TL para yardımında bulunduğunu, daha sonra ise davalının oğlunu aldattığı için boşandıklarını belirterek 30.000 TL'nin tahsilini istemiş, davalı ise davaya konu evi kendi birikimleriyle aldığını belirterek davanın reddini istemiştir. Dava dilekçesiyle yargılama aşamasında dinlenilen davacı tanığı İ. K.'nin anlatımları nazara alındığında, davacının evliliğin devamı esnasında davalı ve dava dışı oğluna verdiği paranın bağışlama niteliğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
B.K.nun 244’üncü maddesinde, bağışlamadan rücu şartları düzenlenmiş olup buna göre; Bağışlananın haklı sebep olmaksızın bağışlamayı sınırlayan mükellefiyetleri yerine getirmemesi durumunda, bağışlayanın bağışlamayı geri alabileceği ve bağışlanılanı, bağışlananın zenginleşmiş olduğu ölçüde geri isteyebileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan maddede; Bağışlananın bağışlayana yahut yakınlarından birine karşı ağır bir cürüm irtikap etmesi halinin rücu nedenleri arasında bulunduğu da anlaşılmaktadır. Ne var ki; Dosya içerisinde mevcut A. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 20.5.2009 tarih ve 2007/436 Esas sayılı karar içeriğine göre; Davalıyla dava dışı C. B. arasındaki evliliğin aldatma sebebiyle değil şiddetli geçimsizlik sebebiyle sora erdiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; Bağışlamadan rücu koşullarının da somut olayda gerçekleşmediği nazara alınarak davanın reddi gerekirken yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple davalı tarafından temyiz edilen hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 31.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[12].
Bağışıdan geri dönmeyi gerektirir bir iddia ileri sürülmemiş ve şartları da bulunmamış olduğuna göre, kocanın evliliğin devamı sırasında ziynet eşyaları bozdurup, düğün masraflarını karşılaması kendisini ödeme yükümlülüğünden kurtarmaz.
Dava: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı ziynet alacağı davasına dair karar davalı ve davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kâğıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Dava, ziynet eşyalarının aynen iadesi, mümkün olmadığı takdirde 8000 TL bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm, davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya kapsamına, toplanan delillere, delillerin takdirinde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacı vekilinin düğün masrafları için bozdurulan ziynet eşyalarına yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıya düğünde takılan dört adet 18 gr bilezik, 23 adet çeyrek altın, boyun zinciri, kol zinciri, künye, isimli kolye, üzerinde yazı olan kolye, yüzük ve 4 adet hediyelik bileziğin davacının Almanya da yaşayan ailesini ziyarete giderken gümrükte sorun olmaması için davalının annesine bırakıldığını, ancak geri verilmediğini belirterek ziynet eşyalarının aynen iadesi ya da bedeli olan 8000 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili bir kısım ziynet eşyalarının acilen ödenmesi gereken düğün borçları için bozdurulduğunu, diğer ziynet eşyalarını davacının giderken üzerinde götürdüğünü ve davanın reddini savunmuştur.
Yargılama sırasında dinlenen davacı tanıkları, davalının beyanı ve özellikle davalı tanıklarının beyanlarından davacıya ailesi tarafından takılan dört adet bilezik, bir adet kolye ile künye dışındaki ziynet eşyalarının düğün borçlarının ödenmesi için bozdurulduğu ifade edilmiştir. Mahkemece de davacıya ailesi tarafından takılan dört adet bilezik üzerinde götürdüğü kolye ile kol künyesi dışında kalan ziynet eşyalarının varlığı ve düğün borçları için bozdurulduğu kabul edilmiş ancak bu isteğin reddine karar verilmiştir. Düğün sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kendisine bağışlanmış sayılır ve onun kişisel malıdır. Bu bağışından geri dönmeyi gerektirir bir iddia ileri sürülmemiş ve şartları da bulunmamış olduğuna göre, kocanın evliliğin devamı sırasında ziynet eşyaları bozdurup, düğün masraflarını karşılaması kendisini ödeme yükümlülüğünden kurtarmaz. Bu durumda takıldığı ve düğün masrafları için bozdurulduğu ispatlanan 23 adet çeyrek altın, dört adet hediyelik bilezik, yüzük ve kol zinciri yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile bu istemin reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
Sonuç: Yukarıda 2 nolu bentte yazılı nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün düğün masrafları için bozdurulan ziynet eşyalarına yönelik olarak BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 21.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[13].
Düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin istek Borçlar Kanununun 244/2.[14]maddesine dayanmakta olup aile mahkemesinin değil, asliye hukuk mahkemesinin görevine girer.
Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Karar: 1- Davalının temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede:
Toplanan delillerden davacının, eşine fiziki şiddet uyguladığı ve ortak konuttan kovduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre davacı tamamen kusurlu olup, davalıya atfedilebilecek bir kusur kanıtlanmamıştır.
Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.
Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.
Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.(TMK. md. 166/2)
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle boşanma davasının reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
2- Davacının ziynetlere ilişkin temyiz ine gelince:
Davacının, davalıya düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin isteği Borçlar Kanununun 244/2. maddesine dayanmakta olup aile mahkemesinin değil, genel mahkemelerin görevine girmektedir. Müddeabihin kıymetine göre de Asliye Hukuk mahkemesi görevlidir. O halde, ziynetlerle ilgili talebin tefrik edilip, ayrı bir esasa kaydedilmesi ve bu bölüme asliye hukuk mahkemesi olarak bakılması gerekirken, bu hususun gözetilmemesi de doğru bulunmamıştır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple davalı yararına, 2. bentte gösterilen sebeple de davacı yararına BOZULMASINA, bozma sebeplerine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi[15].
Evlilik birliğini terk eden, ihtara rağmen eve dönmeyen ve bu nedenle hakkında boşanma kararı verilmiş olan eşe karşı bağışlamadan dönme hakkı doğmuştur.
Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Borçlar Kanunu 244/2. maddesi gereğince; bağışlamadan yararlanan kişi, bağışlayana veya ailesine karşı kanunen yükümlü olduğu görevleri önemli derecede ihlal eder ise bağışlayan bağıştan dönebilir.
Evlilik birliğini terk eden, ihtara rağmen eve dönmeyen ve bu nedenle hakkında boşanma kararı verilmiş olan davalı kadın, bağışlayan eşe karşı yasal olarak yükümlü olduğu görevleri yerine getirmede önemli ölçüde kusurlu davranmış olmakla, davacı koca için bağışlamadan dönme hakkı doğmuştur. Delillerin bu doğrultuda değerlendirilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.10.2007 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Karşı Oy Yazısı:
Dava Borçlar Kanunun 244/2. maddesinde yer alan bağışlamadan rücu sebebine dayalı, bağışlananın bağışlayana iadesi isteğine ilişkindir.
Aile Mahkemeleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun üçüncü kısım hariç olmak üzere ikinci kitabı ile 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama şekli hakkında kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler ile 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkında kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi davalarını görürler. (4787 s.K. Md.4)
İstek, Borçlar Kanununun 244/2. maddesinden kaynaklandığına göre, Aile Mahkemesinin görevine girmez. Davada genel mahkemeler (değere göre Sulh veya Asliye Hukuk Mahkemesi) görevlidir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında hâkim tarafından kendiliğinden gözetilir. Daha önceki "davaya Aile Mahkemesi sıfatıyla bakılması" gerektiğine ilişkin bozma, maddi yanılgıya dayalıdır. Bozmaya uyulmuş olması, temyiz eden taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturmaz. Bu bakımdan davaya Asliye Mahkemesince Aile Mahkemesi sıfatıyla bakılması usul ve yasaya aykırıdır.
Sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan düşüncesine katılmıyorum[16].
Eşler arasında imzalanan senetle ziynetlerin her türlü ayrılıkta kadında kalacağı düzenlemesi karşısında şartları oluşsa bile bağışlamadan rücuya dayanılamayacağı.
Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Toplanan delillerden bağıştan dönmenin şartları gerçekleşmiştir. (BK. md. 244/son) Ancak taraflar arasında düzenlenen 26.03.2003 günlü senette tarafların bu eşyaları birlikte kullanacakları, her türlü ayrılıkta eşyalarda eksilme olursa aynen yenisi alınarak geline (davalıya) teslim edileceği kabul edilmiştir. Sözleşme yorumlanırken kullanılan sözcüklerin ötesinde tarafların gerçek ve ortak maksatları dikkate alınmalıdır. (BK. md. 18) Taraflar, eşlerin her türlü ayrılıklarında (boşanmalarında) sebep ne olursa olsun senetteki ziynet ve eşyaların kadında kalacağında ittifak etmişlerdir. Sözleşmenin Borçlar Yasasının 19-31 maddelerine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.12.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi[17].
Kocanın birlikte kusuru, karının yasaya göre yükümlü bulunduğu aile ödevlerine önemli olarak aykırı davranmasına sebebiyet verirse, böyle bir durumda koca artık bağışlamadan geri dönme hakkını kullanamaz.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle boşanmaya sebebiyet veren hadiselerde davacı koca ziyade kusurlu ise de, davalının da davacıya "…bu iş bitti ben istemiyorum…" dediği, bu suretle birlikte yaşamaktan kaçındığı anlaşılmakta olup, boşanmakta az da olsa kusuru mevcuttur. Boşanma davasına itirazı, hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, artık devamında bir fayda olmadığı anlaşıldığına göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2- Davacının, düğün merasiminde davalıya takılan altınları iadesi istemi, Borçlar Kanununun 244/2. maddesinde yer alan rücu sebebine dayanmaktadır. Kocanın birlikte kusuru, karının yasaya göre yükümlü bulunduğu aile ödevlerine önemli olarak aykırı davranmasına sebebiyet verirse, böyle bir durumda koca artık bağışlamadan geri dönme hakkını kullanamaz. (HGK'nun 30.9.1964 tarihli E.1027/D.2 K.201 sayılı kararı) olayda, davacı kocanın cinsel ilişkiyi gerçekleştiremediği ve davalıya vurduğu, ana avrat küfrettiği anlaşılmaktadır. Kadının aile ödevlerine aykırı davranmasına sebebiyet vermiştir. O halde davacının ziynetlerle ilgili talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Sonuç: Temyiz edilen kararın yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, hükmün bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğuyla karar verildi.
Muhalefet Şerhi:
Toplanan delillerden, davacının davalıya vurduğu, ona karşı ağır hakaretlerde bulunduğu ve yurtdışında bir başkasıyla ilişkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Davalıya atfedilebilecek bir kusur bulunmamaktadır. Davalının cinsel ilişkiden kaçındığı yönünden bir delil yoktur.
Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonrada mademki birlik artık sarsılmış diyerekten boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir.
Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır.
Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır. (TMK. md. 166/2)
Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Bu durumda açıklanan nedenle isteğin reddi gerekirken boşanmaya karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bu sebeple de sayın çoğunluğun kararlarına iştirak edilmemiştir[18].
Kadının başka bir erkekle kaçarak meşru olmayan bir ilişki kurması koca açısından bağışlamadan rücu şartı oluşturur.
Dava: Davacı İ.K. vekili Avukat Y.E. tarafından, davalı M.E.A. ve P.A. aleyhine 01.05.2003 gününde verilen dilekçe ile ziynet eşyalarının iadesi, mümkün olmazsa bedellerinin tazmininin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 10.03.2004 günlü kararın Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili Avukat Y.E. tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulü ne ve tebligat gideri verilmediğinden duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü;
Karar: Dava, düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının aynen olmazsa bedellerinin tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, tarafların 25.08.2000 tarihinde evlendiklerini, kadına takılan ziynet eşyalarının kadının şahsi malı olup evliliğin sona ermesi durumunda istenemeyeceğinden davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı P.A. ile 25.08.2000 tarihinde resmi olarak evlendiğini, düğün yapamadıkları için fiilen bir araya gelemediklerini, resmi nikâh sırasında ve düğün hazırlıkları sırasında davalı P.A.'a altı kalem ziynet eşyası takıldığını, adı geçen davalının resmi nikâhlı olmasına rağmen 03.03.2003 tarihinde Ş.S. isimli şahıs ile kaçıp gittiğini, bu suretle BK.'nun 244/2 maddesi gereğince bağışlamadan rücu şartlarının gerçekleştiğini belirterek ziynet eşyalarının aynen olmazsa bedellerinin tazmini isteminde bulunmuştur. Davalılar ise davanın reddini savunmuşlardır.
Davacı, ileride ortak hayatın kurulacağını ümit ederek nikâh sırasında karısına bağışlamada bulunmuş ancak davalı nikâhtan sonra başka biriyle kaçarak üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. BK. nun 244/2 maddesine göre bağışlanan, bağışlayana veya ailesine karşı yasal yükümlülüklerini yerine getirmez ya da bunlara önemli biçimde uymaz ise bağış yapanın dönme (rücu) hakkı vardır. Davalı kadının başka bir erkekle kaçarak meşru olmayan bir ilişki kurması aile birliğine karşı önemli bir saygısızlıktır. Bu durumda davacı kocanın karısına hibede bulunmasının dayanağı kalmamış, yani bağışlama kastı ortadan kalkmıştır. Açıklanan nedenlerle davacı koca açısından rücu şartının gerçekleştiğinin kabulü ile davanın esasının görülmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle bozulmasına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 29.03.2005 gününde oybirliği ile karar verildi[19].
Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir.
Dava: Davacı Günnur Ş. (B.) vekili Avukat Hüseyin tarafından, davalı Zekai Ş. aleyhine 8.11.2001 gününde verilen dilekçe ile ziynet eşyasının aynen veya bedelinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.5.2002 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
Karar: Davacı vekili tarafların boşandıklarını ancak davalının ziynet eşyalarını davacıya vermediğini belirterek ziynet eşyalarının aynen veya bedelinin davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı davacının tüm ziynetlerini yanında götürdüğünü, ancak bu ziynet eşyalarının davalıda kaldığı kanıtlansa bile, tarafların davacının başka bir kişi ile ilişkide bulunması nedeniyle boşandıklarını, bu nedenle hediye mahiyetinde olan ziynet eşyaları için bağıştan dönme koşullarının gerçekleştiğini ve bağıştan döndüğünü belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece, boşanma davasının açıldığı tarihte bağıştan dönme sebebinin öğrenildiği halde BK. nun 246/1. maddesi gereği 1 yıllık süre içinde bağıştan rücu davası açılmadığı gerekçisiyle davalının savunmasına itibar edilmeyerek davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm davalı yanca temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre eldeki dosyada davalı gözüken Z.Ş., davacı gözüken G.Ş. aleyhine 20.9.2000 tarihinde evli bir kişi ile gönül ilişkisine girmesini gerekçe göstererek boşanma davası açmış, B. 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/298 Esas 2001/179 Karar sayılı kararı ile aynı nedenle tarafların boşanmalarına 31.5.2001 tarihinde karar verilmiş ve davacı vekilinin temyizden vazgeçmesi üzerine de 23.7.2001 tarihinde bu karar kesinleşmiştir.
Şu durumda eldeki dava davacısı G.Ş.nin üçüncü bir kişiyle gönül ilişkisine girmesi hususu boşanma kararının kesinleşmesi ile sabit olmuştur. O halde somut olayın özelliğine göre BK. 246/1’deki hak düşürücü süre boşanma davasının kesinleştiği tarihten başlatılmadır. Davalı 27.11.2001 tarihinde bağıştan rücu ettiğini bildirdiğine göre bir yıllık süre geçmemiştir. O halde davalının bağıştan rücu definin süre geçtiğinden reddi doğru değildir. Bu savunmanın esasının incelenmesi gerekir. Mahkemece bu hususun gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 3.2.2003 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Karşı Oy Yazısı:
Yerel mahkemece toplanan deliller olayın algılanması ve hukuki belirlemesi yerinde olduğundan kararın onanması görüşündeyim. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum[20].
Bağıştan rücu şartının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun boşanma dosyasının celbi ile araştırılması gerekir.
Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Dava Borçlar Yasası'nın 244. maddesine dayalı hibeden rücu istemine ilişkindir. Nişan ve düğün sırasında davacı tarafından davalıya takılan ve verilen ziynet eşyalarının hukuki dayanağı da hibedir. O halde mahkemece yapılacak iş, boşanma dosyasını celbetmek, delilleri bu çerçevede değerlendirip, takdir etmek sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir.
Bu yön gözetilmeden nitelendirmede yanılgı sonucu davanın yazılı gerekçelerle reddi bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine oybirliği ile karar verildi[21].
Bağıştan rücu davasında öncelikle ziynetlerin hibe edildiğinin ispatlanması gerekir.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Davacı dava dilekçesi ve tespit dilekçesinde dava konusu ziynetlerin kendisine ait olduğun davalı ise ziynetlerin davacıya hibe edildiğini ileri sürüp Borçlar Kanunun 244.maddesine göre hibeden rücu def’inde bulunmuştur.
Medeni Kanunun 6. maddesine göre müddei iddiasını ispatla mükellef olup, ispat külfeti hibeden rücu def’inde bulunan davalıya düşer. Bu sebeple ziynetlerin davacıya hibe edilmiş olduğunu ispat zorunda olup verilen mehile rağmen delil göstermemiş ve bunun sonucu olarak dava konusu ziynetleri davacıya hibe etmiş olduğunu ispat edememiş olmasına göre davanın kabulü gerekirken yazılı şeklinde hüküm kurulması doğru değildir.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple bozulmasına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine oybirliği ile karar verildi[22].
O halde, bağışlayanın "ailesi" deyimi ve anlamı içerisine "torunların ve gelinin" de gireceğini kesinlikle kabul etmek gerekir.
Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece verilen karar yasal süre içerisinde davacı tarafından temyiz edildiğinden dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Maddi Olay: Tüm dosya içeriğine, toplanan delillere göre; davacı baba, davalı olan oğul K.nın Almanya`da işçilik yaptığı dönemde üç katlı, altı daireli bir bina inşa etmiş, birer daireye karşılık 1/4 payını davalıya, 1/4 payını da dava dışı diğer oğluna koşulsuz (kayıtsız, şartsız) bağışlamıştır (16.10.1980 akit tablosu).
Almanya’dan kesin dönüş yapan davalı K., babasının hazırlayıp üstelik hibe ettiği dava konusu bu daireye karısı ve lise çağındaki iki çocuğu ile yerleşmiştir.
Kısa bir süre sonra, bu evini karısını ve çocuklarını terkederek Karabük`te "ismi dosyada yazılı" bir kadınla (müşterek) yaşamaya başlamış, karısının ve çocuklarının her türlü bakım ve gözetimini davacı olan babasına bırakmıştır.
Yapılan uyarıların, öğütlerin sonuçsuz kalması bir yana, davalı K., babasına yolladığı dosyaya eklenen mektubunda, çekişmeli daireyi satacağını bildirmiş, çirkin sözlerle babasını ve tüm ailesini tehdit etmiştir. Bu bayandan karısı H.`ye gelen mektupta ise, K.`nin bir başka kadınla daha ilişkisi olduğu açıklanmıştır.
Türk Ceza Yasasına göre "tehdit" suçunu oluşturacak nitelikteki bu mektuplara, davalı tarafından karşı çıkılmamış, yukarıda belirlenen olgular çok sayıdaki davacı tanıklarınca, duraksamaya yer bırakmayacak biçimde, ittifakla ve kesinlikle doğrulanmıştır.
Davalı 26.3.1986 günlü oturumda, tanık dinletmeyeceğini söyleyip tutunağı imzalamış, davaya verdiği yazılı cevapta da, salt karısına geçinmesi için banka hesabı açtığını, ona para verdiğini savunmuş bunun dışındaki tüm iddialara karşı, davanın başından sonuna kadar suskunluğunu sürdürmüştür.
Alınan tedbir kararı ile dairenin üçüncü kişilere satışı önlenmiştir.
Davanın Hukuksal Nedeni: Davacı vekili, dava dilekçesinde ve layihalarında, Borçlar Yasasının 244/2. maddesine dayanmış, davalının babasına ve ailesine karşı yasal yükümlülüklerini yerine getirmediği ve yasa dışı ilişkilerle üzüntü yarattığını ileri sürerek, "hibeden rücu" nedeniyle davalı üzerindeki 1/4 pay kaydının iptalini ve müvekkili adına tescilini istemiştir.
Hüküm: Mahkemece: 1 - Davalının babasına karşı kötü bir davranışı bulunmadığı,
2 - Davalı karısına ve çocuklarına bakmıyorsa, haklarını yasal yollardan alabilecekleri gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hukuksal Tartışma: Bu davada saptanan olguların, BK.nun 244/2. maddesinde yazılı "bağıştan dönüş" koşulunu oluşturup oluşturmadığını belirlemek suretiyle uyuşmazlığın çözüleceği kuşkusuzdur.
Anılan yasa maddesinde "yararına bağış yapılan kişi:
a) Bağışlayana veya
b) Ailesi için yasaya göre yükümlü olduğu ödevlere karşı, önemli bir suretle aykırı davranmış ise" bağışa konu şeyin geri alınabileceği hükmüne yer verilmiştir.
Davalının eylemleri bu hükmün perspektifi altında incelendiğinde;
1 - Davalının özel yaşantısının öncelikle "Zina suçunu oluşturması bakımından yasaya aykırı olduğu, toplumun dini, ahlaki inançlarına, örf ve adetlerine ters düştüğü, bu halin çevrede çeşitli yorumlara, dedikodulara yol açtığı, davalı dışında ailenin tüm bireylerini üzüntüye sürükleyip utanç içinde bıraktığı hususu yadsınamaz bir gerçektir.
2 - Karısını ve çocuklarını babasına terkedip, ayrı bir şehirde, metres hayatı sürdüren aylarca yıllarca babasını, anasını, karısını, çocuklarını arayıp sormayan, ziyaret etmeyen, adres dahi bırakmayan, izini kaybettirmeye çalışan, üstelik babasının, kendisine bağışladığı evi satıp metresine para yedirmeye yeltenen ve mektubunda bunu açıkca ifade etmekten çekinmeyen, tüm bunlar yetmiyormuş gibi, büyüğe saygı ilkelerini çiğneyerek, babasını "mektupla tehdit" suçunu işleyen bir oğul, babasına ve ailesine karşı yükümlü olduğu görevlerini yerine getirmiş mi sayılır?
Türk toplumunun yeryüzünde takdirle anılan "aileye bağlılık" kuralı, ahlak anlayışı, manevi değerleri biran için unutulsa bile, davalının suç oluşturan eylemlerini yasal ve doğal kabul etmeye, onu görevlerini yapan bir kişi saymaya olanak var mıdır?
Babasını derin üzüntülere, büyük bir mahcubiyete, maddi ve manevi sıkıntılara düşüren, çoluğu ve çocuğuna baktırmak zorunluğunda bırakan davalının bağışlayana karşı "kanunen mükellef olduğu vazifelere ehemmiyetli surette riayet etmediği" tüm açıklığı ile ortadadır.
3 - Davanın dayanağı olan yasa hükmündeki "veya ailesi için" öğesinin incelenmesine gelince;
Bu konuda hukuk otoritelerinin düşüncelerini aktarmakta yarar vardır.
a) Prof. Dr. Haluk Tandoğan - Borçlar Hukuku, Cilt: 1/1, 1985 Baskı, Sahife 376: "BK. md. 244/2`deki-yakın-deyimi, aile deyiminden daha geniştir. Bağışlayanın hısımlarından başka sosyal bağlarla ve sevgi ile bağlı olduğu kimseler örneğin, samimi bir arkadaşı da yakınlarından sayılır."
b) Prof. Dr. H. Veldet Velidedeoğlu - Refet Özdemir - Türk Borçlar Kanunu Şerhi, 1987, Sahife: 455 ve 244: "Aile, yakın kişileri içerir. Bağışlanan açısından saygısız bir eylem veya bağışlayanın onaylamadığı bir evlenme veya düşüncesiz bir davranış, göreve riayetsizlik olarak anlaşılmalıdır."
"Yakınlarından biri veya yakından bağlı bulunduğu şahıs teriminden neyin anlaşılacağı konusu önemlidir. Kaide olarak ve fakat istisnasız olmayarak feriler, ana, baba, kardeşler, karı, koca bu meyanda sayılabilir. Daha uzak akrabalarla olan mevcut şahsi münasebetler kıstas olurlar, Dostlar gibi akraba olmayan üçüncü şahıslar da bağışlayana yakından bağlı olabilirler."
c) Senai Olgaç - T. Borçlar Kanunu, Cilt: 2, Sahife: 340: "Aile deyiminin yorumlanmasında hısımlığın kanuni derecesi önem taşımaz. Asıl önem taşıyan husus gerçek aile bağları, aile sevgileridir. Şair Goethe’nin sözünü ettiği, sevgi ve samimiyetin kuvvetlendirdiği hısımlık, çok defa kanunun belli ettiği yakınlıktan daha sıkıdır. Senelerden beri birlikte yaşıyan biri erkek diğeri kız iki kardeşten birinin ölümü, diğerine o kadar derin bir acı verir ki, birbirinden ayrı yaşayan baba oğuldan birinin ölümü halinde bu kadar büyük acı duymadıkları görülür."
Bu eserlerin dipnotlarında, yabancı hukuk profesörlerinin dahi "yakınlık", "saygısızlık" konularında aynı görüşleri paylaştıkları yazılıdır. Ayrıca bu kitaplarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun ve Özel Dairelerin çok sayıda içtihatlarına yer verilmiş, hem doktrinde hem de yargısal uygulamalarda görüşlerin birleştiği vurgulanmıştır.
O halde, bağışlayanın "ailesi" deyimi ve anlamı içerisine "torunların ve gelinin" de gireceğini kesinlikle kabul etmek gerekir.
Mahkemenin, (Eğer davalı, karısına ve çocuklarına karşı görevini yapmıyorsa yasal yoldan haklarını alabilirler) biçimindeki, ikinci gerekçesinin olayın hukuki yönü ile ilgisi yoktur. Kaldı ki, geri alma davası da yasal yoldur. Bu itibarla anılan gerekçe tartışılmaya değer görülmemiştir.
Örnek Karar: Bilimsel kitaplara aktarılan, basında ve kamuoyunda yankılanan şu kararın dahi çözüme giden yolu aydınlattığı şüphesizdir.
"Türk toplumunun sosyal yapısı gereği geleneksel aile anlayışında anne ve babanın saygın bir yeri ve yadsınamayacak bir değeri vardır.
Her halükarda anne ve baba çocuklarına el kaldırılmayacak, üzerlerine toz kondurulmayacak kutsal kişilerdir. O halde, hangi koşullar içerisinde olursa olsun, oğlun babayı dövmesi, babanın oğla sövmesinden daha ayıp ve daha kınanacak bir davranıştır."
Birinci Hukuk Dairesi, 2.7.1981 tarih, 8566-8841, YKD, Cilt: 8 (1982).
İddia kanıtlanmış, BK.nun 244/2. maddesindeki koşullar oluşup gerçekleşmiştir. Bu durumda davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, tutarsız, subjektif gerekçelere ve yanılgılı değerlendirmelere dayanılarak reddedilmesi doğru değildir.
Sonuç: Davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.1987 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[23].
Tarafların birinin kusuru sebebiyle fiili birleşme olmadan boşanmaları halinde bağışlamadan rücu şartı gerçekleşir.
Dava: A.A. ile M.A. arasındaki eşya bedelinden mütevellit alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda davanın reddine dair verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Evlenmek amacı ile kocanın karısına verdiği hediyeler kural olarak geri alınmaz. Ancak Borçlar Kanunu`nun 244/2. maddesinde yer alan bağışlamadan dönme (rücu) hakkı saklıdır.
Taraflar nikâhlanmışlar, davalının kusuru yüzünden fiilen birleşmeden boşanmışlardır. Davalının bu tutumu, aile görevlerini yerine getirmemenin tipik örneğini teşkil eder. Öte yandan bağışlama ortak hayatı sürdürme amacını taşıdığına, davalı buna imkân vermediğine göre bağışlama amaç yönünden de hukuki geçerliliğini yitirmiş sayılır. Öyle ise isteğe uygun karar verilmesi gerekirken davanın reddedilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Sonuç: Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple BOZULMASINA, 27.1.1975 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[24].
[1] Türk Borçlar Kanunu, Kanun Numarası: 6098, Kabul Tarihi: 11.01.2011, Resmi Gazete Tarihi: 04.02.2011 Resmi Gazete Sayısı: 27836, Madde: 285.
[2] ZEVKLİLER Aydın, AYDOĞDU Murat, PETEK Hasan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, 6. Baskı, Seçkin, Ankara, 1998, Sahife 131.
[3] 6. Hukuk Dairesi 2160/6813 21.6.2011
[4] Türk Borçlar Kanunu, Madde 295.
[5] KARAHASAN, Mustafa Reşit, Türk Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Beta, İstanbul, 2002, Cilt I, Sahife 673.
[6] 2. Hukuk Dairesi 12119/13368 10.11.2004
[7] 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, Madde 297.
[8] 4. Hukuk Dairesi 2002/14963 2003/1168 03.02.2003
[9] UYGUR, Turgut, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt II, Seçkin, Ankara, II. Baskı, Sahife 1687, (HGK 1984/1-490 1986/73 31.01.1968)
[10] 2. Hukuk Dairesi 7368/9059 05.05.2010
[11] 8. Hukuk Dairesi 3767/4840 4.10.2011
[12] 13. Hukuk Dairesi 7648/15707 31.10.2011
[13] 6. Hukuk Dairesi 2160/6813 21.6.2011
[14] 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, madde 295.
[15] 2. Hukuk Dairesi 7368/9059 05.05.2010
[16] 2. Hukuk Dairesi 2006/19365 2007/14089 22.10.2007
[17] 2. Hukuk Dairesi 20180/17687 14.12.2006
[18] 2. Hukuk Dairesi 12119/13368 10.11.2004
[19] 4. Hukuk Dairesi 2004/8918 2005/3229 29.03.2005
[20] 4. Hukuk Dairesi 2002/14963 2003/1168 03.02.2003
[21] 2. Hukuk Dairesi 112/1959 17.02.2000
[22] 2. Hukuk Dairesi 1999/14124 2000/1221 04.02.2000
[23] 1. Hukuk Dairesi 10026/12868 24.12.1987
[24] 2. Hukuk Dairesi 781/827 27.1.1975