Bağışlamanın Geri Alınması

Bağışlama sözleşmesi, bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlen­diği sözleşmedir[1].

Bağışlama, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın bağışlananın mal­varlığında bir artış sağlamak amacıyla malvarlığından belirli değer­leri ona vermeyi üstlenmesi (taahhüt) ya da vermesi yoluyla bu iki kişi arasında yapılan sözleşmedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi bağış­lama, hukukî işlemlerin bir çeşidi olan sözleşme mahiyetindedir. Bu sözleşmede, yalnızca bağışlayan ba­ğışlanana belirli bir değeri verdiğin­den ya da vermeyi üstlendiğinden ve bağış­lanan karşılık bir değer ver­meyi üstlenmediğinden, bu tek tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Tek tarafa borç yükleyen bu sözleşme, kendisine değer kazan­dıran kişiyi (bağışlananı) teberru yoluyla zenginleştirme amacını gütmektedir[2].

Düğün sırasında kadına takılan ziynet eşyaları kendisine bağışlan­mış sa­yılır ve onun kişisel malıdır[3].

Burada üzerinde durulması gereken husus, hukuken bağış niteli­ğinde olan düğünde takılan ziynet eşyalarının yasada belirtilen belirli nedenlerin oluşması durumunda bağıştan dönülmek suretiyle geri istene­bileceğidir.

Bağışlananın, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesi, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanun­dan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranması veya yüklemeli bağışla­mada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine ge­tirmemesi durumlarında bağışlayan, elden bağışlamayı veya yerine ge­tirdiği bağışlama sözünü geri alabilir ve bağışlananın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteye­bilir[4].

Bahsi geçen suç deyimini ceza hukukundaki anlamda düşünmemek ge­rekir. Suçtan dolayı bağışlananın hüküm giymiş olması da zorunlu değildir. Öyle ki, koğuşturulması şikâyete bağlı bir suçta, bağışlananın şikâyette bulun­maması, bağışlamadan dönme hakkının kullanılmasını engellemez. Ağır suçun bağışlamadan sonra işlenmesi yeterlidir[5].

Zina, terk, hayata kast, gasp, tehdit gibi davranışların Borçlar Ka­nunu’nda öngörülen koşulu gerçekleştirdiği kuşkusuzdur. Öte yandan, kanunda ifade edilen “kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı dav­ranma” şartı her olayın kendi özellikleri dâhilinde hâkimce takdir edilecektir.

Bu itibarla kadının, kocaya veya kocanın aile efradından birine karşı yu­karıda belirtilen kanuni düzenleme kapsamına giren bir fiilinin olması duru­munda koca bağışlamadan dönerek bu anlamda kadının elinde ne kalmışsa geri isteyebilecektir. Ancak, kocanın birlikte kusuru, kadının yasaya göre yükümlü bulunduğu aile ödevlerine önemli olarak aykırı davranmasına sebebiyet verirse, böyle bir durumda koca artık ba­ğışlamadan geri dönme hakkını kullanamaz[6].

Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir. Bağışlayan bir yıllık süre dolmadan ölürse, geri alma hakkı mirasçılarına geçer ve mirasçıları bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler. Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğreneme­mişse, mirasçıları, ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler. Bağışlanan, bağış­layanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürür veya onun geri alma hak­kını kullanmasını engellerse, mirasçıları ba­ğışlamayı geri alabilirler[7].

Bağıştan rücu sebebini oluşturan davranışın yargılamaya matuf ol­ması durumunda, buna ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre işlemeye başlayacaktır[8] [9].

Düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin isteğin Borçlar Kanunu madde 295 uyarınca bağışlamanın geri alınması hukuki sebebine da­yanması halinde görevli mahkeme aile mahkemesi değil fakat genel hü­kümlere göre asliye hukuk mahkemesi olacaktır[10][11].

 

 

 

Evlilik aldatma sebebiyle değil şiddetli geçimsizlik sebebiyle sora er­diğinden bağışlamadan rücu koşulları da somut olayda gerçekleşmemiştir.

Dava: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konu­şulup düşünüldü:

Karar: Davacı, davalının eski gelini olduğunu, dava dışı oğluyla 2009 yılında boşandıklarını, boşanmadan evvel 2005 yılında dava­lının oğluna baskı yaparak ev aldırdığını, oğlunun maddi durumu olmadığı için ve oğlunun bo­şanmaması için kendisinin 30.000 TL para yardımında bulunduğunu, o anda yazılı bir belge almadığını, daha sonra davalının oğlunu aldattığı için boşandı­ğını belirterek 30.000 TL nin davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, Davanın kısmen kabulüne, 24.300 TL'nin davalı­dan tahsi­line, Fazlaya dair talebin reddine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından tem­yiz edilmiştir.

Davacı eldeki davada; Eski gelini olan davalının oğluyla evli iken ev al­dığını, bu evin alımında 30.000 TL para yardımında bu­lunduğunu, daha sonra ise davalının oğlunu aldattığı için boşan­dıklarını belirterek 30.000 TL'nin tahsilini istemiş, davalı ise da­vaya konu evi kendi birikimleriyle aldığını belir­terek davanın red­dini istemiştir. Dava dilekçesiyle yargılama aşamasında din­lenilen davacı tanığı İ. K.'nin anlatımları nazara alındığında, davacının ev­liliğin devamı esnasında davalı ve dava dışı oğluna verdiği paranın bağışlama niteli­ğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

B.K.nun 244’üncü maddesinde, bağışlamadan rücu şartları dü­zenlenmiş olup buna göre; Bağışlananın haklı sebep olmaksızın ba­ğışlamayı sınırlayan mükellefiyetleri yerine getirmemesi duru­munda, bağışlayanın bağışlamayı geri alabileceği ve bağışlanılanı, bağışlananın zenginleşmiş olduğu ölçüde geri iste­yebileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan maddede; Bağışlananın bağışlayana yahut yakınlarından birine karşı ağır bir cürüm irtikap etmesi halinin rücu ne­denleri arasında bulunduğu da anlaşılmaktadır. Ne var ki; Dosya içerisinde mevcut A. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 20.5.2009 ta­rih ve 2007/436 Esas sayılı karar içeriğine göre; Davalıyla dava dışı C. B. arasındaki evliliğin al­datma sebebiyle değil şiddetli geçimsiz­lik sebebiyle sora erdiği anlaşılmakta­dır. Hal böyle olunca; Bağış­lamadan rücu koşullarının da somut olayda ger­çekleşmediği nazara alınarak davanın reddi gerekirken yazılı şekilde davanın kısmen ka­bulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple davalı tarafından temyiz edilen hük­mün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan har­cın istenmesi halinde iadesine, 31.10.2011 tarihinde oybirliğiyle ka­rar verildi[12].

 

Bağışıdan geri dönmeyi gerektirir bir iddia ileri sürülme­miş ve şartları da bulunmamış olduğuna göre, kocanın evliliğin devamı sırasında ziynet eşyaları bozdurup, düğün masraflarını karşılaması kendisini ödeme yükümlülüğünden kurtarmaz.

Dava: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numa­rası yazılı ziynet alacağı davasına dair karar davalı ve da­vacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bü­tün kâğıtlar okunup gereği görü­şülüp düşünüldü:

Karar: Dava, ziynet eşyalarının aynen iadesi, mümkün olmadığı takdirde 8000 TL bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm, davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya kapsamına, toplanan delillere, delillerin takdirinde de bir isabet­sizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin temyiz itiraz­ları yerinde değildir.

2-Davacı vekilinin düğün masrafları için bozdurulan ziynet eş­yalarına yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Davacı vekili dava dilekçesinde, davacıya düğünde takılan dört adet 18 gr bilezik, 23 adet çeyrek altın, boyun zinciri, kol zinciri, künye, isimli kolye, üzerinde yazı olan kolye, yüzük ve 4 adet hedi­yelik bileziğin davacının Al­manya da yaşayan ailesini ziyarete gi­derken gümrükte sorun olmaması için davalının annesine bırakıldı­ğını, ancak geri verilmediğini belirterek ziynet eşyalarının aynen iadesi ya da bedeli olan 8000 TL'nin dava tarihinden itibaren işle­yecek yasal faiziyle tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili bir kısım ziynet eşyalarının acilen ödenmesi gereken düğün borçları için boz­durulduğunu, diğer ziynet eşyalarını davacının giderken üzerinde götürdüğünü ve davanın reddini savunmuştur.

Yargılama sırasında dinlenen davacı tanıkları, davalının beyanı ve özel­likle davalı tanıklarının beyanlarından davacıya ailesi tara­fından takılan dört adet bilezik, bir adet kolye ile künye dışındaki ziynet eşyalarının düğün borçla­rının ödenmesi için bozdurulduğu ifade edilmiştir. Mahkemece de davacıya ailesi tarafından takılan dört adet bilezik üzerinde götürdüğü kolye ile kol kün­yesi dışında kalan ziynet eşyalarının varlığı ve düğün borçları için bozdurul­duğu kabul edilmiş ancak bu isteğin reddine karar verilmiştir. Düğün sı­rasında kadına takılan ziynet eşyaları kendisine bağışlanmış sayılır ve onun kişisel malıdır. Bu bağışından geri dönmeyi gerektirir bir iddia ileri sürülmemiş ve şartları da bulunmamış olduğuna göre, kocanın evliliğin devamı sırasında ziy­net eşyaları bozdurup, düğün masraflarını karşılaması kendisini ödeme yü­kümlülüğünden kur­tarmaz. Bu durumda takıldığı ve düğün masrafları için bozdurul­duğu ispatlanan 23 adet çeyrek altın, dört adet hediyelik bilezik, yüzük ve kol zinciri yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile bu istemin reddine karar verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda 2 nolu bentte yazılı nedenlerle davacının tem­yiz itiraz­larının kabulü ile hükmün düğün masrafları için bozduru­lan ziynet eşyalarına yönelik olarak BOZULMASINA, istek ha­linde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 21.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[13].

 

Düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin istek Borçlar Kanunu­nun 244/2.[14]maddesine dayanmakta olup aile mahkeme­sinin değil, asliye hu­kuk mahkemesinin görevine gi­rer.

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi so­nunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gös­terilen hüküm temyiz edil­mekle evrak okunup gereği görüşülüp dü­şünüldü.

Karar: 1- Davalının temyiz itirazları yönünden yapılan incele­mede:

Toplanan delillerden davacının, eşine fiziki şiddet uyguladığı ve ortak konuttan kovduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre davacı tama­men kusurlu olup, davalıya atfedilebilecek bir ku­sur kanıtlanmamıştır.

Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen ku­surlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek ge­rekmektedir. Çünkü böyle bir dü­şünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yö­nündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir bo­şanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeye­cek derecede temelinden sarsar, son­rada mademki birlik artık sarsılmış diye­rekten boşanma doğrultu­sunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşan­mayı iste­yebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belir­lenmesi kaçınılmazdır.

Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılma­lıdır.(TMK. md. 166/2)

Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden bek­lenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleş­memiştir. Bu durumda açıklanan nedenle bo­şanma davasının reddi gerekirken yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek bo­şanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

2- Davacının ziynetlere ilişkin temyiz ine gelince:

Davacının, davalıya düğünde takılan ziynetlerin iadesine ilişkin isteği Borçlar Kanununun 244/2. maddesine dayanmakta olup aile mahkemesinin değil, genel mahkemelerin görevine girmektedir. Müddeabihin kıymetine göre de Asliye Hukuk mahkemesi görevli­dir. O halde, ziynetlerle ilgili talebin tefrik edilip, ayrı bir esasa kaydedilmesi ve bu bölüme asliye hukuk mahkemesi ola­rak bakıl­ması gerekirken, bu hususun gözetilmemesi de doğru bulunmamış­tır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte gösterilen se­beple da­valı yararına, 2. bentte gösterilen sebeple de davacı yara­rına BOZULMASINA, bozma sebeplerine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebli­ğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile ka­rar verildi[15].

 

Evlilik birliğini terk eden, ihtara rağmen eve dönmeyen ve bu ne­denle hakkında boşanma kararı verilmiş olan eşe karşı bağışlamadan dönme hakkı doğmuştur.

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi so­nunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gös­terilen hüküm temyiz edil­mekle evrak okunup gereği görüşülüp dü­şünüldü:

Karar: Borçlar Kanunu 244/2. maddesi gereğince; bağışlama­dan yararla­nan kişi, bağışlayana veya ailesine karşı kanunen yü­kümlü olduğu görevleri önemli derecede ihlal eder ise bağışlayan bağıştan dönebilir.

Evlilik birliğini terk eden, ihtara rağmen eve dönmeyen ve bu nedenle hakkında boşanma kararı verilmiş olan davalı kadın, ba­ğışlayan eşe karşı yasal olarak yükümlü olduğu görevleri yerine getirmede önemli ölçüde kusurlu dav­ranmış olmakla, davacı koca için bağışlamadan dönme hakkı doğmuştur. De­lillerin bu doğrul­tuda değerlendirilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar veril­mesi doğru değildir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple hükmün BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebli­ğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.10.2007 gününde oyçok­luğuyla karar verildi.

Karşı Oy Yazısı:

Dava Borçlar Kanunun 244/2. maddesinde yer alan bağışlama­dan rücu sebebine dayalı, bağışlananın bağışlayana iadesi isteğine ilişkindir.

Aile Mahkemeleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun üçüncü kısım hariç olmak üzere ikinci kitabı ile 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yü­rürlüğü ve Uygulama şekli hakkında kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler ile 2675 sayılı Milletlera­rası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkında kanuna göre aile huku­kuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi da­valarını görürler. (4787 s.K. Md.4)

İstek, Borçlar Kanununun 244/2. maddesinden kaynaklandığına göre, Aile Mahkemesinin görevine girmez. Davada genel mahke­meler (değere göre Sulh veya Asliye Hukuk Mahkemesi) görevli­dir. Görev kuralları kamu düze­nine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında hâkim tarafından kendiliğinden gözetilir. Daha önceki "davaya Aile Mahkemesi sıfatıyla bakılması" gerekti­ğine ilişkin bozma, maddi yanılgıya dayalıdır. Bozmaya uyulmuş olması, tem­yiz eden taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturmaz. Bu bakım­dan davaya Asliye Mahkemesince Aile Mahkemesi sıfatıyla bakıl­ması usul ve yasaya aykırıdır.

Sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan düşüncesine katılmıyo­rum[16].

 

Eşler arasında imzalanan senetle ziynetlerin her türlü ayrı­lıkta ka­dında kalacağı düzenlemesi karşısında şartları oluşsa bile bağışlamadan rücuya dayanılamayacağı.

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi so­nunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gös­terilen hüküm temyiz edil­mekle evrak okunup gereği görüşülüp dü­şünüldü:

Karar: Toplanan delillerden bağıştan dönmenin şartları gerçek­leşmiştir. (BK. md. 244/son) Ancak taraflar arasında düzenlenen 26.03.2003 günlü se­nette tarafların bu eşyaları birlikte kullanacak­ları, her türlü ayrılıkta eşyalarda eksilme olursa aynen yenisi alına­rak geline (davalıya) teslim edileceği kabul edilmiştir. Sözleşme yorumlanırken kullanılan sözcüklerin ötesinde tarafların gerçek ve ortak maksatları dikkate alınmalıdır. (BK. md. 18) Taraflar, eşlerin her türlü ayrılıklarında (boşanmalarında) sebep ne olursa olsun se­netteki ziynet ve eşyaların kadında kalacağında ittifak etmişlerdir. Sözleşmenin Borçlar Ya­sasının 19-31 maddelerine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya ay­kırıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itiba­ren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.12.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi[17].

 

Kocanın birlikte kusuru, karının yasaya göre yükümlü bu­lunduğu aile ödevlerine önemli olarak aykırı davranmasına se­bebiyet verirse, böyle bir durumda koca artık bağışlamadan geri dönme hakkını kullanamaz.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda ma­halli mah­kemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hü­küm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni ge­rektirici se­beplere ve özellikle boşanmaya sebebiyet veren hadise­lerde davacı koca ziyade kusurlu ise de, davalının da davacıya "…bu iş bitti ben istemiyorum…" dediği, bu suretle birlikte yaşa­maktan kaçındığı anlaşılmakta olup, boşanmakta az da olsa kusuru mevcuttur. Boşanma davasına itirazı, hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, artık deva­mında bir fayda olmadığı anlaşıldığına göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2- Davacının, düğün merasiminde davalıya takılan altınları ia­desi istemi, Borçlar Kanununun 244/2. maddesinde yer alan rücu sebebine dayanmaktadır. Kocanın birlikte kusuru, karının yasaya göre yükümlü bulunduğu aile ödevle­rine önemli olarak aykırı dav­ranmasına sebebiyet verirse, böyle bir durumda koca artık bağışla­madan geri dönme hakkını kullanamaz. (HGK'nun 30.9.1964 tarihli E.1027/D.2 K.201 sayılı kararı) olayda, davacı kocanın cinsel iliş­kiyi gerçekleştiremediği ve davalıya vurduğu, ana avrat küfrettiği anlaşılmaktadır. Kadının aile ödevlerine aykırı davranmasına sebe­biyet vermiştir. O halde davacının ziynetlerle ilgili talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm ku­rulması doğru görülmemiştir.

Sonuç: Temyiz edilen kararın yukarıda 2. bentte gösterilen se­beple BO­ZULMASINA, hükmün bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümle­rinin 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatı­rana geri verilmesine, oyçokluğuyla karar verildi.

Muhalefet Şerhi:

Toplanan delillerden, davacının davalıya vurduğu, ona karşı ağır haka­retlerde bulunduğu ve yurtdışında bir başkasıyla ilişkisinin olduğu anlaşılmak­tadır. Davalıya atfedilebilecek bir kusur bulun­mamaktadır. Davalının cinsel ilişkiden kaçındığı yönünden bir delil yoktur.

Türk Medeni Kanununun 166. maddesi hükmünü tamamen ku­surlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek ge­rekmektedir. Çünkü böyle bir dü­şünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yö­nündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan gene böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir bo­şanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeye­cek derecede temelinden sarsar, son­rada mademki birlik artık sarsılmış diye­rekten boşanma doğrultu­sunda hüküm kurulmasını talep edebilir.

Öyle ise Türk Medeni Kanununun 166. maddesine göre boşan­mayı iste­yebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belir­lenmesi kaçınılmazdır.

Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılma­lıdır. (TMK. md. 166/2)

Mevcut olaylara göre evlilik birliğinin, devamı eşlerden bek­lenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki bu sonuca ulaşılması tamamen davacının tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleş­memiştir. Bu durumda açıklanan nedenle iste­ğin reddi gerekirken boşanmaya karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bu sebeple de sayın çoğunluğun kararlarına iştirak edilmemiştir[18].

 

Kadının başka bir erkekle kaçarak meşru olmayan bir ilişki kur­ması koca açısından bağışlamadan rücu şartı oluşturur.

Dava: Davacı İ.K. vekili Avukat Y.E. tarafından, davalı M.E.A. ve P.A. aleyhine 01.05.2003 gününde verilen dilekçe ile ziynet eş­yalarının iadesi, mümkün olmazsa bedellerinin tazmininin isten­mesi üzerine mahkemece yapı­lan yargılama sonunda; davanın red­dine dair verilen 10.03.2004 günlü kararın Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili Avukat Y.E. tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulü ne ve tebligat gideri ve­rilmediğinden duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki ka­ğıtlar incelenerek gereği görüşüldü;

Karar: Dava, düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının aynen olmazsa bedellerinin tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, ta­rafların 25.08.2000 tarihinde evlendiklerini, kadına takılan ziynet eşyalarının kadının şahsi malı olup evliliğin sona ermesi duru­munda istenemeyeceğinden davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalı P.A. ile 25.08.2000 tarihinde resmi olarak ev­lendiğini, düğün yapamadıkları için fiilen bir araya gelemediklerini, resmi nikâh sırasında ve düğün hazırlıkları sırasında davalı P.A.'a altı kalem ziynet eşyası takıldığını, adı geçen davalının resmi ni­kâhlı olmasına rağmen 03.03.2003 tarihinde Ş.S. isimli şahıs ile ka­çıp gittiğini, bu suretle BK.'nun 244/2 maddesi gereğince bağışla­madan rücu şartlarının gerçekleştiğini belirterek ziynet eşyalarının aynen olmazsa bedellerinin tazmini isteminde bulunmuştur. Dava­lılar ise dava­nın reddini savunmuşlardır.

Davacı, ileride ortak hayatın kurulacağını ümit ederek nikâh sı­rasında karısına bağışlamada bulunmuş ancak davalı nikâhtan sonra başka biriyle kaça­rak üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getir­memiştir. BK. nun 244/2 mad­desine göre bağışlanan, bağışlayana veya ailesine karşı yasal yükümlülüklerini yerine getirmez ya da bunlara önemli biçimde uymaz ise bağış yapanın dönme (rücu) hakkı vardır. Davalı kadının başka bir erkekle kaçarak meşru olma­yan bir ilişki kurması aile birliğine karşı önemli bir saygısızlıktır. Bu durumda da­vacı kocanın karısına hibede bulunmasının dayanağı kalmamış, yani bağışlama kastı ortadan kalkmıştır. Açıklanan ne­denlerle davacı koca açısından rücu şartının gerçekleştiğinin kabulü ile davanın esasının görülmesi gerekirken ya­zılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle bo­zulmasına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 29.03.2005 gününde oy­birliği ile karar verildi[19].

 

Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlaya­rak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir.

Dava: Davacı Günnur Ş. (B.) vekili Avukat Hüseyin tarafından, davalı Zekai Ş. aleyhine 8.11.2001 gününde verilen dilekçe ile ziy­net eşyasının aynen veya bedelinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; da­vanın kısmen kabulüne dair verilen 16.5.2002 günlü kararın Yargıtayca ince­lenmesi davalı vekili tara­fından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

Karar: Davacı vekili tarafların boşandıklarını ancak davalının ziynet eş­yalarını davacıya vermediğini belirterek ziynet eşyalarının aynen veya bedeli­nin davalıdan alınmasına karar verilmesini iste­miştir.

Davalı davacının tüm ziynetlerini yanında götürdüğünü, ancak bu ziynet eşyalarının davalıda kaldığı kanıtlansa bile, tarafların da­vacının başka bir kişi ile ilişkide bulunması nedeniyle boşandıkla­rını, bu nedenle hediye mahiyetinde olan ziynet eşyaları için bağış­tan dönme koşullarının gerçekleştiğini ve bağış­tan döndüğünü be­lirterek davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece, boşanma davasının açıldığı tarihte bağıştan dönme sebebinin öğrenildiği halde BK. nun 246/1. maddesi gereği 1 yıllık süre içinde bağıştan rücu davası açılmadığı gerekçisiyle da­valının savunmasına itibar edilmeyerek davanın kabulüne karar ve­rilmiş; hüküm davalı yanca temyiz edilmiştir.

Dosyadaki kanıtlara göre eldeki dosyada davalı gözüken Z.Ş., davacı gö­züken G.Ş. aleyhine 20.9.2000 tarihinde evli bir kişi ile gönül ilişkisine girme­sini gerekçe göstererek boşanma davası aç­mış, B. 2. Asliye Hukuk Mahkeme­sinin 2000/298 Esas 2001/179 Karar sayılı kararı ile aynı nedenle tarafların boşanmalarına 31.5.2001 tarihinde karar verilmiş ve davacı vekilinin temyiz­den vazgeçmesi üzerine de 23.7.2001 tarihinde bu karar kesinleşmiştir.

Şu durumda eldeki dava davacısı G.Ş.nin üçüncü bir kişiyle gönül ilişki­sine girmesi hususu boşanma kararının kesinleşmesi ile sabit olmuştur. O halde somut olayın özelliğine göre BK. 246/1’deki hak düşürücü süre boşanma dava­sının kesinleştiği ta­rihten başlatılmadır. Davalı 27.11.2001 tarihinde bağıştan rücu etti­ğini bildirdiğine göre bir yıllık süre geçmemiştir. O halde davalının bağıştan rücu definin süre geçtiğinden reddi doğru değildir. Bu sa­vunmanın esasının incelenmesi gerekir. Mahkemece bu hususun gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZUL­MASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilme­sine 3.2.2003 gü­nünde oyçokluğuyla karar verildi.

Karşı Oy Yazısı:

Yerel mahkemece toplanan deliller olayın algılanması ve hu­kuki belir­lemesi yerinde olduğundan kararın onanması görüşünde­yim. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyo­rum[20].

 

 

 

 

Bağıştan rücu şartının gerçekleşip gerçekleşmediği hususu­nun bo­şanma dosyasının celbi ile araştırılması gerekir.

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi so­nunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava Borçlar Yasası'nın 244. maddesine dayalı hibeden rücu is­temine ilişkindir. Nişan ve düğün sırasında davacı tarafından davalıya takılan ve verilen ziynet eşyalarının hukuki dayanağı da hibedir. O halde mahkemece yapılacak iş, boşanma dosyasını celbetmek, delilleri bu çerçevede değerlendi­rip, takdir etmek sonu­cuna göre bir karar vermekten ibarettir.

Bu yön gözetilmeden nitelendirmede yanılgı sonucu davanın yazılı ge­rekçelerle reddi bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nede­nine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine oybirliği ile karar ve­rildi[21].

 

Bağıştan rücu davasında öncelikle ziynetlerin hibe edildiği­nin ispat­lanması gerekir.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda ma­halli mah­kemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup ge­reği görüşülüp düşü­nüldü.

Davacı dava dilekçesi ve tespit dilekçesinde dava konusu ziy­netlerin kendisine ait olduğun davalı ise ziynetlerin davacıya hibe edildiğini ileri sürüp Borçlar Kanunun 244.maddesine göre hibeden rücu def’inde bulunmuştur.

Medeni Kanunun 6. maddesine göre müddei iddiasını ispatla mükellef olup, ispat külfeti hibeden rücu def’inde bulunan davalıya düşer. Bu sebeple ziynetlerin davacıya hibe edilmiş olduğunu ispat zorunda olup verilen mehile rağmen delil göstermemiş ve bunun sonucu olarak dava konusu ziynetleri da­vacıya hibe etmiş olduğunu ispat edememiş olmasına göre davanın kabulü ge­rekirken yazılı şeklinde hüküm kurulması doğru değildir.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple bo­zulmasına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine oybirliği ile karar verildi[22].

 

 

 

 

 

O halde, bağışlayanın "ailesi" deyimi ve anlamı içerisine "torunların ve gelinin" de gireceğini kesinlikle kabul etmek ge­rekir.

Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası so­nunda, ye­rel mahkemece verilen karar yasal süre içerisinde davacı tarafından temyiz edildiğinden dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Maddi Olay: Tüm dosya içeriğine, toplanan delillere göre; davacı baba, davalı olan oğul K.nın Almanya`da işçilik yap­tığı dönemde üç katlı, altı daireli bir bina inşa etmiş, birer daireye karşılık 1/4 payını davalıya, 1/4 payını da dava dışı diğer oğluna koşulsuz (kayıtsız, şartsız) bağışlamıştır (16.10.1980 akit tablosu).

Almanya’dan kesin dönüş yapan davalı K., babasının hazırlayıp üstelik hibe ettiği dava konusu bu daireye karısı ve lise çağındaki iki çocuğu ile yer­leşmiştir.

Kısa bir süre sonra, bu evini karısını ve çocuklarını terkederek Kara­bük`te "ismi dosyada yazılı" bir kadınla (müşterek) yaşamaya başlamış, karı­sının ve çocuklarının her türlü bakım ve gözetimini davacı olan babasına bı­rakmıştır.

Yapılan uyarıların, öğütlerin sonuçsuz kalması bir yana, davalı K., baba­sına yolladığı dosyaya eklenen mektubunda, çekişmeli dai­reyi satacağını bil­dirmiş, çirkin sözlerle babasını ve tüm ailesini tehdit etmiştir. Bu bayandan karısı H.`ye gelen mektupta ise, K.`nin bir başka kadınla daha ilişkisi olduğu açıklanmıştır.

Türk Ceza Yasasına göre "tehdit" suçunu oluşturacak nitelik­teki bu mektuplara, davalı tarafından karşı çıkılmamış, yukarıda belirlenen olgular çok sayıdaki davacı tanıklarınca, duraksamaya yer bırakmayacak biçimde, ittifakla ve kesinlikle doğrulanmıştır.

Davalı 26.3.1986 günlü oturumda, tanık dinletmeyeceğini söy­leyip tutunağı imzalamış, davaya verdiği yazılı cevapta da, salt ka­rısına geçinmesi için banka hesabı açtığını, ona para verdiğini sa­vunmuş bunun dışındaki tüm iddialara karşı, davanın başından so­nuna kadar suskunluğunu sürdürmüştür.

Alınan tedbir kararı ile dairenin üçüncü kişilere satışı önlen­miştir.

Davanın Hukuksal Nedeni: Davacı vekili, dava dilekçesinde ve layihala­rında, Borçlar Yasasının 244/2. maddesine dayanmış, dava­lının babasına ve ailesine karşı yasal yükümlülüklerini yerine ge­tirmediği ve yasa dışı ilişkilerle üzüntü yarattığını ileri sürerek, "hi­beden rücu" nedeniyle davalı üzerindeki 1/4 pay kaydının iptalini ve müvekkili adına tescilini istemiştir.

Hüküm: Mahkemece: 1 - Davalının babasına karşı kötü bir dav­ranışı bulunmadığı,

2 - Davalı karısına ve çocuklarına bakmıyorsa, haklarını yasal yollardan alabilecekleri gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Hukuksal Tartışma: Bu davada saptanan olguların, BK.nun 244/2. mad­desinde yazılı "bağıştan dönüş" koşulunu oluşturup oluşturmadığını belirlemek suretiyle uyuşmazlığın çözüleceği kuş­kusuzdur.

Anılan yasa maddesinde "yararına bağış yapılan kişi:

a) Bağışlayana veya

b) Ailesi için yasaya göre yükümlü olduğu ödevlere karşı, önemli bir su­retle aykırı davranmış ise" bağışa konu şeyin geri alı­nabileceği hükmüne yer verilmiştir.

Davalının eylemleri bu hükmün perspektifi altında incelendi­ğinde;

1 - Davalının özel yaşantısının öncelikle "Zina suçunu oluştur­ması bakı­mından yasaya aykırı olduğu, toplumun dini, ahlaki inançlarına, örf ve adetle­rine ters düştüğü, bu halin çevrede çeşitli yorumlara, dedikodulara yol açtığı, davalı dışında ailenin tüm bi­reylerini üzüntüye sürükleyip utanç içinde bıraktığı hususu yadsı­namaz bir gerçektir.

2 - Karısını ve çocuklarını babasına terkedip, ayrı bir şehirde, metres ha­yatı sürdüren aylarca yıllarca babasını, anasını, karısını, çocuklarını arayıp sormayan, ziyaret etmeyen, adres dahi bırakma­yan, izini kaybettirmeye çalışan, üstelik babasının, kendisine ba­ğışladığı evi satıp metresine para yedirmeye yeltenen ve mektu­bunda bunu açıkca ifade etmekten çekinmeyen, tüm bunlar yetmi­yormuş gibi, büyüğe saygı ilkelerini çiğneyerek, babasını "mek­tupla tehdit" suçunu işleyen bir oğul, babasına ve ailesine karşı yü­kümlü olduğu görevlerini yerine getirmiş mi sayılır?

Türk toplumunun yeryüzünde takdirle anılan "aileye bağlılık" kuralı, ahlak anlayışı, manevi değerleri biran için unutulsa bile, da­valının suç oluştu­ran eylemlerini yasal ve doğal kabul etmeye, onu görevlerini yapan bir kişi saymaya olanak var mıdır?

Babasını derin üzüntülere, büyük bir mahcubiyete, maddi ve manevi sı­kıntılara düşüren, çoluğu ve çocuğuna baktırmak zorunluğunda bırakan davalı­nın bağışlayana karşı "kanunen mü­kellef olduğu vazifelere ehemmiyetli surette riayet etmediği" tüm açıklığı ile ortadadır.

3 - Davanın dayanağı olan yasa hükmündeki "veya ailesi için" öğesinin incelenmesine gelince;

Bu konuda hukuk otoritelerinin düşüncelerini aktarmakta yarar vardır.

a) Prof. Dr. Haluk Tandoğan - Borçlar Hukuku, Cilt: 1/1, 1985 Baskı, Sahife 376: "BK. md. 244/2`deki-yakın-deyimi, aile deyi­minden daha geniştir. Bağışlayanın hısımlarından başka sosyal bağlarla ve sevgi ile bağlı olduğu kimseler örneğin, samimi bir ar­kadaşı da yakınlarından sayılır."

b) Prof. Dr. H. Veldet Velidedeoğlu - Refet Özdemir - Türk Borçlar Ka­nunu Şerhi, 1987, Sahife: 455 ve 244: "Aile, yakın kişi­leri içerir. Bağışlanan açısından saygısız bir eylem veya bağışlaya­nın onaylamadığı bir evlenme veya düşüncesiz bir davranış, göreve riayetsizlik olarak anlaşılmalıdır."

"Yakınlarından biri veya yakından bağlı bulunduğu şahıs teri­minden ne­yin anlaşılacağı konusu önemlidir. Kaide olarak ve fakat istisnasız olmayarak feriler, ana, baba, kardeşler, karı, koca bu me­yanda sayılabilir. Daha uzak akrabalarla olan mevcut şahsi müna­sebetler kıstas olurlar, Dostlar gibi akraba olmayan üçüncü şahıslar da bağışlayana yakından bağlı olabilirler."

c) Senai Olgaç - T. Borçlar Kanunu, Cilt: 2, Sahife: 340: "Aile deyimi­nin yorumlanmasında hısımlığın kanuni derecesi önem taşı­maz. Asıl önem taşıyan husus gerçek aile bağları, aile sevgileridir. Şair Goethe’nin sözünü et­tiği, sevgi ve samimiyetin kuvvetlendir­diği hısımlık, çok defa kanunun belli ettiği yakınlıktan daha sıkıdır. Senelerden beri birlikte yaşıyan biri erkek diğeri kız iki kardeşten birinin ölümü, diğerine o kadar derin bir acı verir ki, birbirin­den ayrı yaşayan baba oğuldan birinin ölümü halinde bu kadar büyük acı duy­madıkları görülür."

Bu eserlerin dipnotlarında, yabancı hukuk profesörlerinin dahi "yakın­lık", "saygısızlık" konularında aynı görüşleri paylaştıkları yazılıdır. Ayrıca bu kitaplarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun ve Özel Dairelerin çok sayıda içtihatlarına yer verilmiş, hem dokt­rinde hem de yargısal uygulamalarda gö­rüşlerin birleştiği vurgu­lanmıştır.

O halde, bağışlayanın "ailesi" deyimi ve anlamı içerisine "to­runların ve gelinin" de gireceğini kesinlikle kabul etmek gerekir.

Mahkemenin, (Eğer davalı, karısına ve çocuklarına karşı göre­vini yap­mıyorsa yasal yoldan haklarını alabilirler) biçimindeki, ikinci gerekçesinin olayın hukuki yönü ile ilgisi yoktur. Kaldı ki, geri alma davası da yasal yoldur. Bu itibarla anılan gerekçe tartı­şılmaya değer görülmemiştir.

Örnek Karar: Bilimsel kitaplara aktarılan, basında ve kamuo­yunda yan­kılanan şu kararın dahi çözüme giden yolu aydınlattığı şüphesizdir.

"Türk toplumunun sosyal yapısı gereği geleneksel aile anlayı­şında anne ve babanın saygın bir yeri ve yadsınamayacak bir değeri vardır.

Her halükarda anne ve baba çocuklarına el kaldırılmayacak, üzerlerine toz kondurulmayacak kutsal kişilerdir. O halde, hangi koşullar içerisinde olursa olsun, oğlun babayı dövmesi, babanın oğla sövmesinden daha ayıp ve daha kınanacak bir davranıştır."

Birinci Hukuk Dairesi, 2.7.1981 tarih, 8566-8841, YKD, Cilt: 8 (1982).

İddia kanıtlanmış, BK.nun 244/2. maddesindeki koşullar oluşup gerçek­leşmiştir. Bu durumda davanın kabulüne karar verilmesi ge­rekirken, tutarsız, subjektif gerekçelere ve yanılgılı değerlendirme­lere dayanılarak reddedilmesi doğru değildir.

Sonuç: Davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerindedir. Ka­bulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü Hukuk Usulü Muha­kemeleri Kanunu`nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.1987 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[23].

 

Tarafların birinin kusuru sebebiyle fiili birleşme olmadan boşan­maları halinde bağışlamadan rücu şartı gerçekleşir.

Dava: A.A. ile M.A. arasındaki eşya bedelinden mütevellit ala­cak dava­sının yapılan muhakemesi sonunda davanın reddine dair verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Evlenmek amacı ile kocanın karısına verdiği hediyeler kural ola­rak geri alınmaz. Ancak Borçlar Kanunu`nun 244/2. mad­desinde yer alan bağışlamadan dönme (rücu) hakkı saklıdır.

Taraflar nikâhlanmışlar, davalının kusuru yüzünden fiilen bir­leşmeden boşanmışlardır. Davalının bu tutumu, aile görevlerini ye­rine getirmemenin tipik örneğini teşkil eder. Öte yandan bağışlama ortak hayatı sürdürme amacını taşı­dığına, davalı buna imkân ver­mediğine göre bağışlama amaç yönünden de hukuki geçerliliğini yitirmiş sayılır. Öyle ise isteğe uygun karar verilmesi gere­kirken davanın reddedilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

Sonuç: Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple BOZULMASINA, 27.1.1975 tarihinde oybirliğiyle karar verildi[24].



[1] Türk Borçlar Kanunu, Kanun Numarası: 6098, Kabul Tarihi: 11.01.2011, Resmi Gazete Tarihi: 04.02.2011 Resmi Gazete Sayısı: 27836, Madde: 285.

[2] ZEVKLİLER Aydın, AYDOĞDU Murat, PETEK Hasan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, 6. Baskı, Seçkin, Ankara, 1998, Sahife 131.

[3] 6. Hukuk Dairesi 2160/6813 21.6.2011

[4] Türk Borçlar Kanunu, Madde 295.

[5] KARAHASAN, Mustafa Reşit, Türk Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Beta, İstanbul, 2002, Cilt I, Sahife 673.

[6] 2. Hukuk Dairesi 12119/13368 10.11.2004

[7] 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, Madde 297.

[8] 4. Hukuk Dairesi 2002/14963 2003/1168 03.02.2003

[9] UYGUR, Turgut, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt II, Seçkin, Ankara, II. Baskı, Sahife 1687, (HGK 1984/1-490 1986/73 31.01.1968)

[10] 2. Hukuk Dairesi 7368/9059 05.05.2010

[11] 8. Hukuk Dairesi 3767/4840 4.10.2011

[12] 13. Hukuk Dairesi 7648/15707 31.10.2011

[13] 6. Hukuk Dairesi 2160/6813 21.6.2011

[14] 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, madde 295.

[15] 2. Hukuk Dairesi 7368/9059 05.05.2010

[16] 2. Hukuk Dairesi 2006/19365 2007/14089 22.10.2007

[17] 2. Hukuk Dairesi 20180/17687 14.12.2006

[18] 2. Hukuk Dairesi 12119/13368 10.11.2004

[19] 4. Hukuk Dairesi 2004/8918 2005/3229 29.03.2005

[20] 4. Hukuk Dairesi 2002/14963 2003/1168 03.02.2003

[21] 2. Hukuk Dairesi 112/1959 17.02.2000

[22] 2. Hukuk Dairesi 1999/14124 2000/1221 04.02.2000

[23] 1. Hukuk Dairesi 10026/12868 24.12.1987

[24] 2. Hukuk Dairesi 781/827 27.1.1975